Üyelik Girişi
Ana Menü
Osman AYDOĞAN
osmanaydogan2@gmail.com
Türk Hallâc-ı Mansûr’u: Seyyid İmadeddin Nesîmî
21/03/2015

Seyyid İmadeddin Nesîmî 15. Yüzyılda Bağdat’da doğmuş, Anadolu’da yaşamış bir Türk ozandır. Şiirlerini Türkçenin dışında Farsça ve Arapça lisanında da yazmıştır.

Nesîmî hep dolaşmış Anadolu’yu. Bu yüzden Tebrizli, İranlı, Bağdatlı, Azerbaycanlı gibi yakıştırmalar hep Nesîmî’nin gezginciliğinden ileri gelmektedir. Nesîmî Türkiye’de olduğu gibi Mezopotamya ve Azerbaycan’da da çok önemsenir. Bakü’de dikili bir heykeli vardır.

Nesîmî sıradan bir ozan değildir, kendisini yetiştirmiş, kendisinden önce gelen bütün ozan ve bilginleri incelemiş, hem Mevlânâ’yı, Yunus’u okumuş hem de onların şiirlerinde geçen Hallacı Mansur’a büyük bir hayranlık duymuş, Hallac gibi ‘‘Enel Hak’’ demekten çekinmemiştir. Garip ve acayip ama kâmil ve ârif, erdemli ve nükteden bir kişi olduğu bilinmiştir. Onun için çeşitli kişilerce atfedilen ‘’İmadeddin’’ (veya İmadüddin) (dinin direği), ‘’Muslihüddin’’ (dini ıslah eden) gibi nitelemeler Nesîmî’ye duyulan saygı nedeniyle kullanılan unvanlar olmuştur.

Bilindiği gibi, Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatıma’dan doğmuş ve Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin soyundan olanlara “seyyid” denilmektedir. Seyyid Nesîmî’nin gerçek bir seyyid olup olmadığı kesin olarak bilinmemektedir. Bir şiirinde:

‘’Gerçi bugün Nesîmî’yem, Haşimî’yem, Kureyşi’yem,

Bundan uludur âyetüm, âyet ü şâna sığmazam.’’

(Bugün adım Nesîmî diye anılıyor ama ben aslında Haşimi kabilesinin, Kureyş sülalesindenim. Benim varlığım (âyetim) görüntülere ve şana şöhrete sığmaz ki.) diyen Nesîmi, seyyid olmaktan çok Hz. Peygamber’e duyduğu sevgi ve bağlılıktan dolayı söylediği kabul görür.

Nesîmî, âlemin sürekli bir devrine ve olayların bu devir esnasında meydana geldiğine ve Tanrı’nın bir insanın yüzünde yansıdığına ve insanın özünün Tanrı’da olduğu görüşüne inanır.

Nesîmî, Tanrı’nın insanın içinde olduğunu, insanın Tanrı’yla bütünlük gösterdiğini Kur’an ayetlerine dayanarak ispatlar, Kur’an’ı basitçe yorumlamanın, basitçe okumanın yararı olamayacağını, onun bilinçli ve yorumsal bir tavırla okunması gerektiğini söyler...

Nesîmî’ye göre kendini bilen, varlığının özünü bilen her insan konuşan bir Kur’an’dır. O’nun için insan, Tasavvuf diliyle ‘‘Kur’an’ı natık’’dır. Kendini bilen, varlığının derinliğinde saklı sırları, olgunlukları kavrayan bir insan için en yüce ibadet, özünün sonsuzluğundaki anlama saygı göstermektir. Nesîmî’ye göre insan yeryüzünde Tanrı’nın temsilcisidir.

Kutsal kitap Kur’an’da Tanrı insanı kastederek meleklerine şöyle der; ‘‘Ben yeryüzünde bir halife (benim temsilcim) yaratacağım.’’ (Bakara Suresi 30. Ayet; ‘’Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.’’)

Bilenler bunu böyle bilirler; Mansur gibi (Enel Hak-Ben Tanrı’yım-), Cüneyd-i Bağdadî gibi; (leyse fî cübbeti sivallah – cübbemin altında Allah’tan başkası yoktur.-)

Timur’un Anadolu topraklarına saldırısı sonucu Nesîmî ne yazık ki Halep’e gider, Halep topraklarında ölümün kucağına düşer. Nesîmî Halep’te de düşüncelerinden taviz vermez. Nesîmî’nin Kur’an’ı yorumlarken yaptığı reformist görüşü nedeniyle her devirde olduğu gibi kendisini ‘‘zındık’’ ilan etmekten çekinmeyenler onun aleyhinde propagandalar yayar ve Memluk Sultanına (Nasirüttin Ferec) şikâyet ederler.

Halep’te Nesîmî, hep zındıklıkla, sapkınlıkla suçlanır, ancak onun görüşlerine kimse yanıt veremez. Her devirde benzeri olduğu gibi cevap olarak Halep Müftüsü’nün fetvasıyla derisinin yüzülmesi kararı verilir. ‘’Zındık’’, Abbasiler dönemine ait Fars kökenli bir kelimedir. Allah’ın varlığını inkâr eden veya ortak koşanlara, küfrü­nü gizleyip İslâm’ını açıklayanlara ve Kur’an etrafında şüpheler uyandıran herkes için kullanılan bir deyimdir. Ancak zamanla İslam’daki her türlü yeniliğe, reforma ve yoruma karşı bu deyim kullanılır olmuştur.

Halkın gözü önünde Nesîmî’nin derisi yüzülür. Nesîmî hiç sesini çıkarmaz. Sonra ortalığa bırakılır Nesîmî. Daha sonra Nesîmî yüzülen derisini sırtına örtünerek Halep sokaklarında insanların korkunç bakışları arasında yürümeye devam eder.

Hatta şöyle bir söylenti kulaktan kulağa yayılarak bugünlere ulaşır; Nesîmî yüzülürken hıncını alamayan fetva müftüsü şöyle der; “Bunun kanı pistir, bir uzva damlasa o uzvun kesilmesi gerekir.’’ Tam bu sırada Nesîmî’nin bir parça kanı katil müftünün şahadet parmağının üstüne sıçrar. Meydanda bulunan halk, ‘‘Müftü efendi fetvanıza göre parmağınızın kesilmesi gerekir’’ der. Bunu duyan katil müftü ‘‘nesne gerekmez’’ diyerek parmağındaki kanı yıkayarak ortadan kaldırır. Bunun üzerine Nesîmî şöyle seslenir:

‘‘Zahida bir parmağın kessen dönüp halktan kaçar
Gör bu miskin aşığı serpa sayarlar ağlamaz’’

(Zahid: Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getiren anlamına gelen Arapça sıfat. Sarpa sayarlar: baştan aşağı soyarlar)

Nesîmî’nin derisini yüzerlerken çok kan akar. Rengi sapsarı olunca, çevresindekiler: ‘‘Rengin neye sarardı’’ derler. Nesîmî de; ‘‘Ben sonsuzluğun ufkunda doğan aşk güneşiyim. Gün batımında güneş her zaman solar’’ diye yanıt verir.

Nesîmî, sırtında derisi giderken yolda karşılaştığı biri:  “Bu ne hal, nereye gidiyorsun?” diye sorunca, yüzülmüş derisini göstererek  “Biz aşk Kâbe’sinin gerçek yolcularıyız, ihramımız da budur” dediği söylenir.

Nesîmî’nin ölüm tarihi olarak 1404 yılı bilinir. Nesîmî’nin ölümü ardından Türkmen Alevileri mehdi, gayip erenleri, Tanrı’ya çekildi, gökyüzüne süzüldü, kendisine geldi, kendisiyle bütünleşti derken Halep halkı Nesîmî’nin Halep’in on iki kapısından on ikisinde de aynı anda çıktığını söylerler. Tekkesi ve türbesi derisinin yüzüldüğü yerdedir.

Nesîmî’nin ‘’Nesîmî Divanı’’ (Seyyid Nesimi Divanı, Can Yayınları, İstanbul, 2000) isimli şiir kitabı ve ‘’Mukaddimet-ül-Hakayık’’ (Seyyid Nesîmî ve Mukaddimetü’l Hakâyık, Kabalcı Yayınevi, 2010) düzyazı bir yapıtı ile ‘’İnsan’’ adlı bir risalesi olduğu bilinmektedir.

Seyyid Nesîmî için; Kastamonulu Latifî, Tezkire-i Latifî’de  (Tezkire-i Latifi, Kastamonulu Latifi, 1894) “Aşk meydanının korkusuzu ve cesaretlisi, muhabbet Kâbe’sinin büyük fedaisi, seyyidlerin uyulmaya lâyık olanı Seyyid Nesimi’dir”, İrène Mélikoff da ‘’Hacı Bektaş, Efsaneden Gerçeğe’’’ (Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 1999) isimli kitabında ‘’O Türk Hallâc-ı Mansûr’dur.’’ Der.

Nesîmî gibi ruhlar içindeki yaşadıkları yüzyıla ait değildirler; çünkü kendi çağdaşları arasında, onların derinliklerini ve yüceliklerini anlayabilecek olan ruhları pek bulamazlar. Nesîmî’leri Emevi’nin bedevi kültürü içinde asimile olanların zaten anlaması da pek mümkün değildir. Giordano Bruno derdi zaten ‘’anlamak zordur’’ diye. Bir şiirinde de Nesîmî bunu şöyle yazar:

‘’Hiç kimse Nesîmî sözünü fehm edebilmez
bu kuş dilidir bunu Süleyman bilir ancak.’’

(Fehm etmek: Anlamak)

Nesîmî’nin en bilinen şiiri ‘‘Bende sığar iki cihân’’ isimli, şiiridir;

Bende Sığar İki Cihân

Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam

Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam

(İki cihan (dünya ve ahiret) benim içime sığar, ancak ben bu dünyaya sığmam. Mekandışı olma cevheri benim, ancak yine de varlığa ve mekana sığmam.)

Kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim

Sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam

(Bütün varlıklar ve mekan benim delilimdir. Başlangıcım varlık sahibi olan Zat’la başlar. Sen beni bu işaretle tanı, ama ben bu işarete de sığmam.)

Kimse gümân ü zann ile olmadı Hakk ile biliş

Hakkı bilen bilir ki ben zann ü gümâna sığmazam

(Hiç kimse zanla, kuşkuyla Hakk’ı bilenlerden olmadı. Hakk’ı bilen, benim zanna, kuşkuya sığmayacağımı da bilir.)

Sûrete bak vü ma'nîyi sûret içinde tanı kim

Cism ile cân benim velî cism ile câna sığmazam

(Dış görünüşe bakıp bu dış görünüş içinde gerçek manayı, iç görünüşü tanı.  Çünkü beden de, ruh da benim. Ancak ben ruha da, bedene de sığmam.)

Hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât

Bunca kumâş ü raht ile ben bu dükâna sığmazam

(Hem inci, yani iç; hem de inci kabuğu, yani dışım. Haşir, yani öldükten sonra ruhların dirileceği meydanın ve Sırat’ın başında buyruk kişisi benim. Bunca kumaş ve binek takımıyla ben bu dükkâna sığmam.)

Genc-i nihân benim ben uş ayn-ı ayân benim ben uş

Gevher-i kân benim ben uş bahr ile kâna sığmazam

(İşte gizli hazine benim. Görünenin aynısı işte benim. Bu hazine kaynağının incisi de işte benim.  Ancak ben ne inci çıkan denize, ne de sustası çıkan kaynağa sığarım. )

Arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün

Kes sözünü uzatma kim şerh u beyâna sığmazam

(Yeryüzü ile gökyüzü ve “kâf” ile “nun”*gibi bütün her şey bende bulunduğu için, ey bana akıl vermeye kalkışan kişi sesini kes. Çünkü ben, sözlere ve açıklamalara sığmam. * “Kaf” ve “nun” harfleri Allah’ın “Kün” yani “Var ol” emrini ve bütün varlığı işaret etmektedir.)

Gerçi muhît-i a'zâmım adım âdem durur âdemim

Dâr ile kün fekân benim ben mu mekâna sığmazam

(Gerçi her tarafı kaplayan ulu varlık benim, ancak bana insan adı verdikleri için görünüşte insanım. Yapı da, “ol” denilince olan da benim. Ancak ben bu mekâna da sığmam.)

Cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim

Gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam

(Ruhla aynı cihanı paylaşan, âlemle aynı zamanı yaşayan benim.

Ancak şu tuhaf duruma bak ki, ben ne bu âleme, ne de bu zamana sığarım.)

Encüm ile felek benim vahy ile melek benim

Çek dilini vü epsem ol ben bu lisâna sığmazam

(Yıldızlarla felek benim. Vahiy de, onu getiren melek de benim.

Ey benim hakkımda konuşan kişi! Dilini tut ve konuşma, çünkü ben senin diline de sığmam.)

Zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim

Sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam

(En küçük varlık da, güneş de benim. Dört (dört unsur: toprak, su, rüzgâr, ateş), beş (beş duyu) ile altı (altı yön: sağ, sol, ön, arka, üst, alt) da benim. Sözle anlatılan görünüşe bak, ancak ben anlatmaya da sığmam.)

Zât ileyim sıfât ile Kadr ileyim Berât ile

Gül-şekerim nebât ile piste-dehâna sığmazam

(Sıfat ve Zât ile birlikteyim. Kadir ve Berat gecesi ile beraberim.

Şeker kamışıyla birlikte gül tatlısıyım. Bu yüzden kapalı ağızlara da sığmam.)

Şehd ile hem şeker hem şems benim kamer benim

Rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam

(Güneş benim, ay benim, bal benim, şeker benim.

Herkese akıcı bir ruh bağışlarım, ancak kendim bu akıcı ruha sığmam.)

Nâra yanan şecer benim çarha çıkar hacer benim

Gör bu odun zebânesin ben bu zebâne sığmazam

(Ateş (Tur Dağı’nda Hz.Musa’nm gördüğü ateş) ile ağaç (Hz.Meryem’in hamileyken tutunduğu ağaç) benim. Göğün son katma çıkan taş da benim. Bu ateşin zebanisini, yani cehennem meleğini gör. Çünkü ben bu dile de sığmam.)

Gerçi bugün Nesîmîyim Hâşîmîyim Kureyşîyim

Bundan uludur âyetim âyet ü şâna sığmazam

(Her ne kadar bugün Nesîmî diye anılmaktaysam da Haşimi kabilesinin Kureyş boyundanım. Bunun için delilim uludur, fakat bu yüzden şana ve delile sığmam.)

XVII. yüzyılda yaşadığı sanılan Kul Nesîmî ile yukarıda anlatılan tasavvuf şairi Seyyid Nesîmî’yi birbirine karıştırmamak gerekir. Genellikle isim benzerliği Nesîmîlerin şiirlerinin karıştırılmasına yol açar. Asıl adı Ali olan Kul Nesîmî'nin yaşamı pek bilinmiyor. Kul Nesîmî’ye ait iki şiir:

Sorma Be Birader Mezhebimizi

Sorma be birader mezhebimizi
Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır
Çağırma meclis-i riyâya (ikiyüzlü) bizi
Biz şerbet içmeyiz dolumuz vardır

Biz müftü bilmeyiz fetva bilmeyiz
Kıyl-ü kal (çiğ laf /boşboğazlık) bilmeyiz ifta (fetva verme) bilmeyiz
Hakikat bahsinde hata bilmeyiz
Şah-ı Merdan gibi ulumuz vardır

Nesîmî esrârı fâs etme (gizini açıklama) sakın
Ne bilsin ham ervah (ham ruhlar) likasın Hakk’ın
Hakk’ı bilmeyene Hak olmaz yakın
Bizim hak katında elimiz ( yerimiz, yurdumuz) vardır.

Minnet Eylemem

Hâr içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem
Sırat-i müstakim üzre gözetirim Rahîm’i
iblisin talim ettiği yola minnet eylemem

Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına
Bugün buldum bugün yerim, Hak kerimdir yarına
Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
Rızkımı veren Huda’dır kula minnet eylemem.

Oy Nesîmî, can Nesîmî ol Ganî mihmân iken
Yarın şefaatlerim Ahmed-i Muhtar iken
Cümlenin rızkını veren ol Ganî settar iken
Yeryüzünün halifesi hünkâra minnet eylemem

(Sırat-i müstakim: Doğru yol, dosdoğru yol. Hâr: Diken.

Rahîm: Kur'an'da geçen Allah'ın 99 adından biridir. Bağışlayıcı, sevdiklerine ve müminlere âhirette merhamet eden, onları koruyan, onlara acıyan demektir.

Ganî: Kur'an'da geçen Allah'ın 99 adından biridir, çok zengin, hiçbir şeye muhtaç olmayan demektir. Mihmân: Gönül misafiri.

Ahmed-i Muhtar: Hz. Muhammed’in güzel isimlerinden birisidir.

Settar: Allah'ın isimlerinden olup "ayıpları örten" anlamındadır.)

Ortadoğu bu hâldedir çünkü Ortadoğu halkı Kul Nesîmî’nin aksine dile ve dine minneti olanların arasında kahrolmuşlardır, iblisin talim ettiği yollarda iblislerden dar olmuşlardır, kula minnetli harislerden har olmuşlardır, yeryüzü halifesi hünkâra tabilerden düçar olmuşlardır, rahimi, hüdayı, settarı, rezzakı dilde sakız, gönülde nakıs edenlerden bizar olmuşlardır.

Ortadoğu bu hâldedir çünkü kendisine doğru yolu gösteren kendi insanlarını anlamamışlardır. Eğer anlasaydı Ortadoğu insanı gerçek dinlerini ve anlasaydı Kul Nesîmî’yi, Seyyid Nesîmî’yi, Yunus Emre’yi, Mevlânâ’yı, Şems-i Tebrizi’yi, Hayyam’ı, Şirazlı Şadi’yi, Hafız’ı, İbni Sina’yı, İbni Rüşd’ü, İbni Haldun’u, Hallac-ı Mansur’u, Cüneyd-i Bağdadî’yi, Beyazıt-i Bistami’yi, Firdevsî’yi, Ali Şir Nevai’yi, Babürşah’ı, Şehriyar’ı, Bahtiyar Vahapzade’yi, Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaşi Veli’yi, Muhyiddin İbn-i Arabî’yi, İmam-ı Rabbanî’yi, İmam Azam Ebu Hanife’yi ve hatta yüzeysel değil de tam derinliği ile İmam-ı Gazalî’yi ve Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü bilselerdi ve anlasalardı bu hâle düşmezlerdi…

Seyyid Nesîmî Divanı’nda bir dize ile kendisine zındık diyenlere şöyle sesleniyordu:

‘’Ey güzelden ve dinden yana olanlar bana sövmeyin
Görmezse gözün beni kör değilse görür beni’’

Seyyid Nesîmî gibi Kur’an’dan bu denli yararlanan başka bir Türk şairi yoktur. Mevlânâ’nın Seyyid Nesîmî’yi anlatırcasına bir sözü vardır; ‘‘Her devirde peygamber yerine bir velî vardır. Bu sınanma kıyamete kadardır.’’ İşte Nesîmî böyle bir velîdir.

Nûr içinde yatsın.


 



36525 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Türkiye’nin geleceği - 24/07/2016
Türkiye’nin geleceği
El, ayd-ü ekber eyledi, biz matem eyledik. - 10/07/2016
El, ayd-ü ekber eyledi, biz matem eyledik.
Akıl için son tavır saçlarını yolmak var. - 15/06/2016
Akıl için son tavır saçlarını yolmak var.
Ziyan edilen ve unutulan bir zafer: Kût-ül Ammâre Zaferi (29 Nisan 1916) - 28/04/2016
Ziyan edilen ve unutulan bir zafer: Kût-ül Ammâre Zaferi (29 Nisan 1916)
Dönüş - 04/04/2016
Dönüş
Gönlümüzü put sanıp da kıranlar kim? - 22/03/2016
Gönlümüzü put sanıp da kıranlar kim?
Çanakkale... Ah! Çanakkale - 18/03/2016
Çanakkale... Ah! Çanakkale...
Suriye’ye sefere giderken Hükumete tavsiyelerim! - 29/02/2016
Suriye’ye sefere giderken Hükumete tavsiyelerim!
Benim Gönlüm Dağa Düştü. - 23/01/2016
Benim Gönlüm Dağa Düştü.
 Devamı
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam111
Toplam Ziyaret433362
Etkinlik Takvimi