Üyelik Girişi
Ana Menü
Osman AYDOĞAN
osmanaydogan2@gmail.com
Kumandanım Galiçya ne tarafa düşer, Afganistan ne tarafa?
18/10/2015

Osmanlı Devleti, 1911‘de İtalya ve 1912- 1913 yıllarında Balkan Savaşlarından yenik çıkmış yaklaşan dünya savaşında kendisini güvenceye almak için önce, İngiltere – Fransa - Rusya ile anlaşma imkânları aramış fakat bulamamıştır.

‘’Drang nach Osten’’ (Doğu’ya yönelim) politikası gereği Osmanlı toprakları üzerinden Orta Doğu’ya açılmak isteyen Almanya da Osmanlı İmparatorluğuna yaklaştı. Özellikle Enver Paşa Almanlarla işbirliğine girdi. Almanya ile işbirliğine giden Enver Paşa bir Alman gibi düşünebilecek kadar Alman hayranıydı.

Almanya’nın ise bu işbirliğinden çok daha farklı niyetleri vardı. Almanlar kendi araştırmalarında Mezopotamya’da petrol yatakları olduğunu keşfetmişlerdi. 1871’de birliğini henüz yeni sağlamış Almanya’nın hem yeni pazarlara ve hem de hammadde ve petrol kaynaklarına ihtiyacı vardı. İngiltere ve Fransa ile dünyayı paylaşım yarışında geç kalan Almanya için Anadolu, Suriye ve Mezopotamya Almanya’nın ‘’Hindistan’’ı olabilirdi.

Alman şövenistler de Alman halkının Ukrayna’ya, Anadolu’ya ve Mezopotamya’ya yerleştirilmelerini istiyorlardı. Daha 1848 yılında alman ekonomist Ruscher Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra Almanya’nın miras olarak Anadolu’yu alacağını düşünüyordu.

1897 yılında, Türkler tarafından çok sevilen ve Türkleri çok seven General von der Goltz ise Türklerin İstanbul’u terk ederek Anadolu ve Mezopotamya’ya sürülmelerini ve Alman yönetimi altında buraları reforma tabi tutmaları gerektiği teklifini yapıyordu.

‘‘Alman Birliği’’ örgütü ise kurulduğu 1890 yılından itibaren Alman halkının Anadolu’ya yerleştirilmeleri ve Anadolu’nun Almanya’nın bir kolonisi olması gerektiği propagandasını yapmaktaydı. ‘’Alman Birliği’’nin başkanı Prof. Hasse’nin yayınladığı bir broşürün adı da ‘’Osmanlı mirasında Alman hakları’’ idi. Onun fikrine göre İngiltere’nin Hindistan’a yaptığı gibi alman bilimi Anadolu ve Mezopotamya’yı bir alman toprağı haline getirebilirdi.

1886 yılında Dr. Aliys Sprenger, Anadolu’nun diğer devletler tarafından istila edilmeyen yegâne bir yer olduğunu söylüyordu. Eğer Almanlar burayı Ruslardan önce ele geçirebilirlerse dünyanın en iyi parçasını almış olurlardı.

Pancermenist Dr. K. W. Stettin’e göre ise Almanya, Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu birleşerek tek bir imparatorluk teşkil etmeliydiler. Elbe ağzından Fırat ağzına kadar uzanan böyle bir imparatorluk yüksek ve soylu bir ulusa layıktı. Böyle bir imparatorluğun Alman yönetimi altında olacağından da hiç şüphe yoktu tabii ki.

Yeni Alman politikası İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı yönlendirilmişti. İngiltere Süveyş kanalını işletmeye açtıktan sonra Almanya, Ortadoğu’da İngiltere ve Fransa ile rekabet edebilmek ve buraya ulaşabilmek amacıyla Berlin - Bağdat demiryolunu inşa etmek istedi. Türkler bu yatırım sayesinde ülkelerinin kalkınacağını umut ederken, Almanya ise bu hattan nasıl istifade edebileceği hesabını yapıyordu.

Almanlar imtiyazını daha Abdülhamit zamanında aldıkları ve inşasına başladıkları İstanbul-Bağdat demiryolu hattının iki yanına Alman göçmenler yerleştirmeyi resmen talep etmişlerdi.

Abdülhamit bu isteği geri çevirdi. Göçmen görüşmelerini yürüten Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa anılarında, “O zamanki Alman siyaseti, hattın iki tarafını Alman muhacirlerle iskân etmek ve buralarını bir Alman sömürgesi haline getirmek amacını güdüyordu’’ der.

Müttefikimiz Almanya’nın planları ve düşünceleri bu iken Başkomutan Vekili Enver Paşa bir Alman gibi düşünebilecek kadar Alman hayranı idi. Sadece Enver Paşa ve bir kısım subaylar değil, özellikle birçok Osmanlı entelektüeli de aşırı bir Alman yanlısıydılar. Pantürkist Yusuf Akçura, Almanya’nın gelecekte Asya’nın kültürünü pozitif olarak değiştirebileceğine inanmıştı.

Daha sonra, İstiklal Marşımızın şairi olacak olan Mehmet Akif’in şu dizeleri kaleme almış olması, ne durumda olduğumuzun en güzel göstergesidir:

“Değil mi bir anasın sen, değil mi Almansın, 
O halde fikir ile vicdana sahip insan;
Bilir misin ki, senin şarka meyleden nazarın 
Birinci def’a doğan fecridir zavallıların”

Kısacası Birinci Dünya (Paylaşım) Savaşı öncesinde, Almanya’nın yanında yer almak, devletin bekası ve ulusal çıkarlar açısından tek akıllı tutum, tek seçenek olarak görülüyordu. Bu görüşte olanların arasında yer alan Mehmet Akif, dürüstlüğü, yurtseverliği tartışma götürmez, tertemiz bir insan ve seçkin bir şairdi.

Bu şartlar altında Almanya Enver Paşa’yı ikna etmesi sonucu Osmanlı Devleti 11 Kasım 1914’de Rusya, İngiltere ve Fransa’ya karşı harp ilan etmiştir. Bu şekilde Osmanlı Devleti Almanların yanında Birinci Dünya savaşına girmiş oldu.

***

Osmanlı Ordusu, Birinci Dünya Harbine girdiğinde; 34 piyade ve beş süvari tümeninden ve iki süvari tugayından kurulu dört ordu halinde teşkilatlanmış bulunuyordu. Ayrıca bir kolordu Yemen’de, iki bağımsız tümen de Hicaz ve Asir’de bulunuyordu.

Askeri harekât, İngilizlerin 06 Kasım’da Basra Körfezi’nde Fav’a çıkartma yapması ve Rusların 08 Kasım’da doğu sınırını tecavüzleri ile başladı.

1914 yılının en önemli savaşı, 22 Aralık 1914’te başlayıp, 04 Ocak 1915’te biten Sarıkamış Harekâtı idi. 1915’te ise 14 Ocak 1915 ’te başlayıp 15 Şubat’a kadar süren Kanal Harekâtı ve 18 Mart 1915’te önce deniz harekâtı ile başlayıp sonra karaya intikal eden ve yılsonuna kadar süren Çanakkale Harekâtı idi.

Birinci Dünya Savaşının başlangıcında Almanlar önce Belçika’ya ve 20 Ağustos 1914’ten itibaren de Fransa’ya taarruz ve işgal ettiler. Fakat Alman taarruzları Marne’da durduruldu. Almanların savaş sonuna kadar beş büyük saldırısına rağmen, muharebeler bu bölgede kilitlendi ve kesin sonuç alınamadı.

Doğu Avrupa’da ise askerî harekât, Rusların Almanya ve Avusturya-Macaristan’a taarruzuyla başladı. Rus ilerlemesi, Almanlar tarafından Tannenberg’de durduruldu. Buna karşılık Ruslar Galiçya’da başarılı oldular ve Doğu Galiçya’yı ele geçirirler. Osmanlı Ordusu, işte bu muharebelerin devamı sırasında bu bölgede, Galiçya’da görev aldı.

Galiçya; Orta Avrupa’da bulunan 80.000 km2’lik bir coğrafya parçasıdır; kuzeyinde Polonya, doğusunda Ukrayna, güneyinde Romanya ve batısında Macaristan ve Slovakya bulunur, Podolya Yaylası ve Karpat Dağlarının kuzey yamaçlarını içinde barındırır.

Osmanlı Ordusunun, Türk ve Alman Kurmaylarının işbirliği ile hazırladıkları Birinci Dünya Harbi harekât planının temel ilkesi, savaşın kesin sonuç bölgesi olan Avrupa Cephelerinde Alman Ordusunun yükünü hafifletmesine dayanıyordu. Başkomutan Vekili Enver Paşa da böyle düşünüyordu. Bu sebeple 1916 yılı başların da Çanakkale Cephesinde serbest kalan birliklerin Avrupa Cephesine yardımcı olacak bir bölgede kullanılabileceğini, müttefiki Alman ve Avusturya—Macaristan Başkomutanlıklarına bildirdi.

Bu birliklerin Avrupa Cephesine yardım edecek bir bölgede kullanılması konusunda Enver Paşa’nın yaptığı teklif, başlangıçta hem Alman siyasi makamlarınca hem de Alman Başkomutanlıklarınca geri çevrildi. Fakat Rusların 04 Haziran 1916’da Galiçya’da başlattıkları taarruzun büyük bir başarı kazanması ve bölgedeki Alman, Avusturya—Macaristan Ordularının çok ciddi sıkıntılar içine düşmesi üzerine, bu kuvvetlerin süratle bölgeye gönderilmesi, Osmanlı Başkomutanlığından talep edildi.

Osmanlı Başkomutanlığı, Galiçya’da göndermek üzere l5’inci Kolorduyu görevlendirdi. (Galiçya’da harekâtın gelişimini konuyu dağıtmamak için yazının sonuna ekliyorum. İlgilenen okuyucu buradan okuyabilir.)

***

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devletini çok kötü şartlar altında yakalamıştı. 1877—1878 Osmanlı-Rus Savaşının ağır sonuçlarına, 1911—1912 Balkan Savaşı felaketi eklenince, yalnız ekonomik ve sosyal açıdan değil, siyasal ve askerî açıdan da çok ciddi bir çöküntü içine girilmişti.

Bir savaşa, bir başka ‘’Büyük’’ devletin ‘’vesayeti altında’’ girmek, büyük bir talihsizliktir. Zira bu durum, ‘’Küçük’ devletin, kendi siyasi ve askeri menfaatlerini ikinci plana atarak, ‘’Büyük’’ devletin emellerine hizmet etmesini, kaçınılmaz surette zorunlu kılar. 1’inci Dünya Savaşı’nda da öyle olmuş ve Osmanlı Devleti, siyasi ve askerî hedeflerini geri plana atarak, her türlü askerî ve siyasi manevralarını, Almanya’nın menfaatlerini destekleyecek hedeflere yöneltmiştir.

Osmanlı’nın, pek çok cephedeki birlik ihtiyacını dikkate almadan, Galiçya’ya asker göndermesi, işte bu olgunun bir sonucudur. Bu sonucun doğmasında; Başkomutanlık Karargâhındaki Alman general ve kurmay subaylarının etkileri ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın, bağımsız ve derin düşünemeyişinin en büyük tesiri yarattığı şüphesizdir.

Üstelik Galiçya’ya gönderilen l5’inci Kolordu, bu konudaki tek örnek de değildir. Aynı yıl içinde Eylül ortasında 6’ncı Kolordu (5’inci ve 25’inci Tümenler) Dobruca’ya; 20’inci Kolordu (46’ıncı ve 50’inci Tümenler ve l77’inci Piyade Alayı) Bulgarlara yardım için Makedonya’ya gönderilmişlerdir.

Oysa yurtdışındaki müttefik cephelerine bu asker sevkleri devam ederken, 1916 yılının ikinci yarısında Osmanlı cepheleri şöyle idi: Doğu cephesinde taarruz eden Ruslar, Trabzon ve Erzincan dâhil bütün Doğu Anadolu’yu işgal etmişlerdi. Rus taarruzları Sivas kapılarına dayanmıştı. Durumu tehlikeli gören bölgedeki 3’üncü Ordu’nun Komutanı Mahmut Kamil Paşa, İstanbul’a gelerek Enver Paşa’dan kuvvet istemiş, kendisine “Kesin sonucun Avrupa’da alınacağı ve gerekirse Sivas’a kadar çekilebileceği” cevabı verilmişti. Irak ve Sina cephelerinde de İngilizler taarruz hazırlıklarını geliştiriyorlardı. Bu hazırlıklar sonunda başlatılan taarruzlar, cepheler de yeterli nicelik ve nitelikte birlik bulunduramamak yüzünden, Osmanlı açısından peş peşe gelen felaketlerle sonuçlanmıştır.

Bu duruma ilave olarak, Almanlarla 02 Ağustos 1914’te imzalanan ittifak anlaşmasında, Osmanlı’ya bu konuda hiçbir sorumluluk ve zorunluluk öngörülmemişti. Tersine, müttefiklerinin Osmanlı’ya her türlü yardım ve desteği sağlayacağı belirtilmişti. Buna rağmen, başta Enver Paşa olmak üzere, yöneticiler, ‘’Hami Devlet’’ Almanya’ya ‘’jest’’ yapmak ihtiyacı duymuşlardır.

Ve böylece, mevcudu yüz bini aşan seçkin ‘‘Türk Evladı’’, ülke menfaatlerine aykırı olarak yurt toprakları dışında harcandılar.

15’inci Kolordu’nun yurtdışına gönderilmesinin siyasi ve askerî sebep ve sonuçları ne olursa olsun, gerçek olan bir husus vardır ki; onun, ülkesinin, ordusunun, birliğinin, sancağının ve üniformasının şan ve şerefine leke sürdürmediği ve bu mukaddes varlıklara, yeni şanlar ve şerefler kattığıdır.

İsmet İnönü'nün tarihe geçen çok güzel bir sözü vardır. ‘’Büyük devletlerle dostluk kurmak bir ayı ile yatağa girmek gibidir’' demişti İnönü. Dost bile olsa ayı, yatakta insanı ezer mi, tırmalar mı, ısırır mı, belli olmaz! Büyük devletlerin de çıkarları doğrultusunda ne yapacağı belli değildir.

Bu sözü doğrularcasına İnönü de anılarında, “Almanların Araplara karşı politikaları bambaşkaydı. Onlara hususi muamele yapıyorlardı ve aslında harbi kazansalardı, yani Almanların istedikleri ölçüde kesin bir zafer kazansaydılar onlardan kurtuluş kolay olmayacaktı. Açıkça görülüyor ki, Türkiye’ye gitmek üzere gelmemişler ibaresini kullanır. Doğan Avcıoğlu da, “Eğer Birinci Dünya Savaşı‘nı Almanlar kazansalardı Kurtuluş Savaşı’nı, İngilizlerin himayesindeki Yunanlılara karşı değil, Almanlara karşı yapmak zorunda kalacaktık” der.

Almanlar yanında savaşa girmeyi, ulusal çıkarlara uygun bulan İttihatçılar savaş ilan edilir edilmez kapitülasyonları kaldırdılar. Bu haberi Maliye Nazırı Cavit Bey ilk kez olarak, İstanbul’daki Alman Büyükelçisi’ne bildirir. Tam bir sürprizle karşılaşır. Sefir küplere binmiş, ağzından köpükler saçarak bağırmakta, tehditler savurmakta, İtilaf Devletleri İstanbul’a saldırırlarsa, Osmanlı’yı savunmayacaklarını anlatmaktadır. En sonunda Sefir; ‘’Biz kararı tanımıyoruz, hele savaş bitsin ilk karşı hareketi yapacak olan biziz’’ der.

Daha da vahimi; Almanlar savaşta Osmanlı ile müttefik olmalarına rağmen sadece kendi çıkarlarını takip ediyorlardı. Buna bir örnek; Rusların savaştan çekilmesinden ve Rus Kafkas ordusunun dağılmasından sonra Kafkasya’da Türk ve Alman çıkarları çatışmaya başladı. Osmanlı’nın açık hedefi Tiflis-Bakü iken, Almanlarınki ise Bakü’deki petrol yatakları idi. Bunun üzerine Almanya Kırım’da bulunan bir tümenini Kafkasya’ya kaydırdı. Karşılıklı harekât sırasında Türk ve Alman birlikleri arasında kanlı muharebeler cereyan etti. Türk durum haritalarında Alman birlikleri düşman olarak gösterilmişti. Türklerin Bakü‘yü talepleri üzerine alman General Ludendorf şöyle diyordu; ‘‘Bu çapulcu Türklerin istekleri de çok fazla oluyor.’’

***

Birinci Dünya Savaşına niçin girdik? Bu sorunun cevabını Falih Rıfkı Atay, ‘’Zeytindağı’’ isimli eserinde şöyle anlatır: ‘’Cemal Paşa’ya sorarlar. Cemal Paşa artık Ordu Komutanı değildir. Mütareke yakındır. Artık harbe niçin girdiğimiz tartışılabilir, büyük adamların küçük adamları adam yerine saymak ve onlarla görüşmek sırası gelmiştir. Arkadaşım Yakup Kadri Bahriye çatanası içinde Büyükada’ya giderken sordu:  ‘Paşam, söyler misiniz, bu harbe niçin girdik?’ Ve üç dört yıl içinde bunalttığı bir nefesi boşaltmış gibi ohlayarak bekledi. İşte cevap: ’Aylık vermek için!’  Ve ilave etti: ’Hazine tamtakırdı. Para bulmak için ya bir tarafa boyun eğmeli, ya öbür tarafla birleşmeli idik.’ ’’

***

Malumdur ki tarih tekerrürden, ama biraz da tefekkürden ibarettir. Bu konu sık tartışılmasına rağmen yaşanan olaylar; tarihin tekerrürden ibaret olduğunu, ancak pek de tefekkürden ibaret olmadığını defalarca göstermiştir. Millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy bu konuda şu manzum cevabı veriyor: ‘’Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!’’ Millî şairimizin söylediği gibi tarih ders alınmadığı için birebir tekerrür etmektedir.

11 Eylül saldırısından sonra ABD’nin öncülüğünde Afganistan için bir koalisyon gücü oluşturuldu. Kabil bu koalisyon güçlerinin denetimi dışında tutuldu. BM Güvenlik Konseyi kararıyla Kabil için bir de NATO komutası altında Uluslararası Güvenlik ve Yardım Gücü (ISAF) oluşturuldu.Türkiye, 2001 yılı sonunda, ‘’Büyük Devlet’’ ABD’nin ‘’vesayeti altında’’ ISAF’a katılma kararı aldı. ISAF bünyesinde 50 ülkeden 130 bin asker var ve bunların 1646’sı Türk’tü…

Türkiye 20’yi aşkın ülkede askerî güç bulundurmasına rağmen bunların içinde en dikkat çekici olanı ve zayiat verdiği ülke Afganistan’dır. Asker bulundurduğumuz diğer bir ülke de Lübnan’dır.

Max Weber’in bilinen bir ‘’Güç Kuramı’’ vardır; ‘’iradenizi bir başkasına zorla kabul ettirmek.’’ Günümüzün ‘’Güç Kuramı’’ ise daha farklıdır; ‘’İradenizin, sanki kendi kararlarıymışçasına müttefikleriniz tarafından kabul edilmesidir.’’ ABD’ye 11 Eylül saldırısından başka bir saldırı olmadı, ancak ABD günümüzün ‘’Güç Kuramı’’ doğrultusunda tüm müttefiklerini seferber ederek gerek Afganistan’da ve gerekse de Irak’ta görevlendirdi.

ABD’nin Irak’ı işgali sırasında Türkiye’nin de ABD’nin yanında işgale ortak olması için TBMM’den tezkerenin neden çıktığını o zamanki T.C. Başbakanı; ‘’Tezkereyi ABD istedi, biz de çıkardık’’ diyerek izah etmedi mi? Biz Afganistan’a milli çıkarlar için mi gittik, yoksa ABD çıkarları için ABD istediği için mi?

Türkiye kırk yıldan beridir terörle mücadele ediyor. Aynı Türkiye yine terörle mücadele için Afganistan’a asker gönderiyor.

Kimse müttefiklikten, sorumluluktan, milli çıkarlardan ve büyük devlet olmaktan bahsederek Türk milletini kandırmasın. Kimse Atatürk’ün de Afganistan’a asker gönderdiğinden bahsetmesin. Atatürk bağımsız bir ülke olarak kendi iradesi doğrultusunda eğitim yardımı için Afganistan’a asker göndermişti. Şimdi, BM veya NATO, hangi şapka altında olursa olsun işgalci bir ABD’nin yanında Afganistan’a işgalin bir parçası olarak bulunuyoruz.

Afganistan’da günlük onlarca masum sivil insan kimi yanlışlıkla, kimisi cinnet geçiren ABD askerlerince katledilmiyor mu? Peter Ustinov; ‘’Terör yoksulların savaşıdır, savaş ise zenginlerin terörüdür.’’ derdi. Afganistan’da bir devlet (ABD) terörü yok mudur? Biz bu teröre ortak olmuyor muyuz?

Tarihte Afganistan’a; ‘’imparatorluklar mezarı’’ derler. John Berger’e ait olan; ‘’Galiplerin devri her zaman kısadır; mağlupların ise anlatılamayacak kadar uzun.’’ sözünü doğrularcasına Afganistan’dan mevsimler gibi; İskender geçti, buradan Cengiz Han geçti, Timur geçti, Hintliler geçti, buradan İngiliz ve Rus imparatorlukları geçti, onların hepsi sözde galiplerdi, hepsi de boylarının ölçülerini aldılar burada. Bunun nedeni işgal güçlerinin iyi olmaması, güçsüz olması ya da yeterli müttefiklerinin olmaması değildi. Nedeni sadece, bu ülkenin hiçbir ordunun bu topraklardaki direnişçileri yenmesine imkân tanımayan yapısıdır. Yarın Ruslar gibi ABD de buradan er ya da geç ayrılacak, biz ise işgale ortaklık ettiğimizle kalacağız.

***

T.C. Devletinin 11. Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı olduğu zaman söylemişti Kerkük’ü kastederek; ‘’Bizim, Irak’ın Kuzeyinde kırmızıçizgilerimiz vardır. Türkiye’nin çıkarları Anadolu’ya hapsedilemez’’ diye… Yıl 2011, o zamanki Dışişleri Bakanı “Telafer’e dokunan Türkiye’ye dokunur” diye meydan okuyordu, muhtemel ki ‘’Kimse Türkiye’yi test etmeye kalkmasın’’ demek istiyordu... Yıl 16 Haziran 2014, gazetelerde son dakika haberleri; ‘’Nüfusunun neredeyse tamamı Türkmen olan Telafer de düştü, IŞİD kenti aldı.’’ Şimdi hiç Kerkük’ten, Kerkük Türkünden bahseden var mı? Kerkük bizim milli davamız değil miydi? Ne oldu kırmızıçizgilerimize?

Kerkük Türkü katledilirken ne işimiz vardı Suriye ile? Ne diyeyim, dizlerimi nasıl döveyim? Benim yerime Arif Nihat Asya söylemişti zaten: (şiir uzun buraya iki kıt'asını aldım)

‘’Daha gelmedi mi sırası
Uçup ey kuşlar büyük küçük
Akıp ey bulutlar köpük köpük
Siz söyleyin kaç günlük
Yoldu orası
Perdeleri örtük
Lambaları sönük
Sırtında yıllar yük
Hatıraları kırık dökük
Bir yer olacak orada
Adı Kerkük.”

***

Türkiye kırk yıldan beridir terörle mücadele ederken müttefiklerimizin bize karşı hiç mi sorumluluğu yoktu? Büyük ülke Türkiye (!), müttefikimiz (!) Danimarka’dan neden uzun bir süre terör örgütünün TV yayınını engelleyemedi? Büyük ülke Türkiye (!) teröristlerin NATO’da ittifak içerisinde olduğumuz AB ülkelerindeki mali kaynağını hâlâ kesebildi mi?

Terörün kökünü kurutmak için taaa Amerika’dan gelip Afganistan’ı işgal eden müttefikimiz ABD, bizim terörün kaynağı Irak’ın kuzeyine girmemize engel olurken biz de ABD için Afganistan’a asker göndermekteyiz! Bu çarpıklığı birisi izah etmeli!

Ruslar Sivas’a merdiven dayamışken, Galiçya’ya, Makedonya’ya ve Dobruca’ya Alman çıkarları için asker göndermekle; teröristler Irak kuzeyinden, Kandil dağından ülkeme sızarak mayın döşeyip, eylem yaparak askerimizi şehit ederken, ABD çıkarları için Afganistan’a, İsrail çıkarları için Lübnan’a asker göndermek arasında ne fark vardır?

Bugün Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de Galiçya’da şehit düşen askerlerimiz için yapılan Türk şehitliği var. Mezar taşları üzerinde sadece ‘’Türk oğlu Ahmet’’, ‘’Türk oğlu Mehmet’’, ‘’Türk oğlu Hasan’’ yazar... Ne baba adı bellidir ne de memleketi… Sadece ‘‘’Türk oğlu Mehmet’’. Şimdi de Afganistan’dan şehitlerimiz gelir Amerikan tabutları içinde.. Fark nedir fark?

Suriye’ye karşı bu düşmanlık niye idi? ABD istedi diye mi? Teröristin başı Şam’da karargâh kumuş iken ve Suriye bize düşman iken ABD neredeydi? O zaman Suriye ABD’nin iyi bir müttefiki değil miydi? O zaman Suriye Basra’daki koalisyon güçlerine ABD yanında asker vermiyor muydu?

Sorun ‘’insan hakları’’ ise kardeş Azerbaycan’ın Karadağ Bölgesi Ermenistan işgali altında, neden Ermenistan’a bir mühlet vermiyoruz, Ermenistan’a karışmıyoruz da Suriye’ye veriyoruz, Suriye’ye karışıyoruz? Neden neredeyse Esad’la savaşıyoruz?

Doğu Türkistan’da (İng. Sinkiang) Çin’in Türklere uyguladığı ve Uluslararası Af Örgütü raporlarına da yansıyan ağır baskılara neden kulaklarınızı tıkıyorsunuz da Suriye gündeme gelince şahin kesiliyorsunuz? Buradaki Uygur Türklerinin dertleri, size neden ’’insani bir görev’’ düştüğünü hatırlatmıyor?  Bu konuda sorunları dillendirmek isteyen bir temsilciyi, Rabia Kader’i Türkiye’ye bile sokmadığınız halde, neden Suriye rejim muhaliflerine kucaklarınızı açıyorsunuz? Neden? ABD böyle istiyor diye mi? Neden?

Kucak açılan rejim muhalifleri İŞİD’e dönüşerek insanlarımızı katletmiyor mu? Bir karga gibi gözümüzü oymuyor mu? Bir akrep gibi, bir yılan gibi bizi sokmuyor mu?

Soros boşuna mı söylüyordu; ‘’en iyi ihraç ürününüz Ordunuzdur’’ derken?

Mehmetçik, vatan savunması için seve seve şehit olur. Ancak ABD çıkarları için nice seçkin ‘‘Türk Evladı’’ yine tarihte olduğu gibi ülke menfaatlerine aykırı olarak yurt toprakları dışında harcanmakta, nice Türk evladı da yurt içinde bir mezhep sevdasına otuzar, yüzer teröre kurban verilmektedir.

Birinci Dünya Savaşında Almanya ile işbirliğine giden Enver Paşa bir Alman gibi düşünebilecek kadar Alman hayranıydı. Şimdilerde ise bir ABD’li gibi düşünebilecek kadar ABD hayranı yönetici yok mu ülkemizde?

Fark nedir fark? Al o zamanki İttihat ve Terakki Fırkasını ve Almanya’yı, koy yerine şimdiki yönetimi ve Amerika Birleşik Devletleri’ni! Değişen ne? Fark eden ne?

Dün Birinci Dünya savaşında çıkarlar çatışınca harbin içinde Osmanlı ile Almanya Bakü’deki petrol yatakları için karşılıklı muharebeye girerken, bugün çıkarlar çatışınca müttefikimiz ABD Irak’ta başımıza çuval geçirmedi mi? ABD’nin çıkarları değişince Suriye’de Esad yanlısı olmadılar mı? Çıkarları değişince ABD, Suriye’de PKK’nın kolu PYD’yi desteklemeye başlamadı mı? ABD, PYD’yi bölgesel müttefik olarak ilan etmedi mi? ABD, Irak’tan çekilirken geride Irak’ın kuzeyinde malumu ilan edilmemiş bir Kürdistan bırakmadı mı? ABD, Suriye’den de elini eteğini çektiğinde geride Suriye’nin kuzeyinde bir başka Kürdistan bırakmayacak mıdır? Bu mudur stratejik derinlik?

Millî şairimizin söylediği gibi; ‘’hiç ibret alınsaydı, Tarih tekerrür mü ederdi?” Ne diyordu Mehmet Akif:

''Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! 
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? 
'Tarih'i ' tekerrür' diye tarif ediyorlar; 
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?''

 ‘’Bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir’’ diyerek Georg Wilhelm Friedrich Hegel de Mehmet Akif gibi tarihin tekerrür ettiğini ifade ederdi. Karl Marx da tarihin tekerrür ettiğini Hegel'e cevap verircesine şöyle derdi: ‘’Evet bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak…’’

Etrafınıza büyük resmi görmek için dikkatle bakın. 1914'teki Birinci Paylaşım Savaş'ının bütün koşulları yinelenmektedir. Hem de komedi olarak. Sadece aktörler isim değiştirmiştir. İngiltere'nin yerini ABD, Almanya'nın yerini AB, Rusya İmparatorluğunun yerini yine Rusya, Osmanlı'nın yerini Türkiye Cumhuriyeti almıştır. Tek fark paylaşım savaşının kısmen topla tüfekle yapılmayacak olmasıdır.

Yaklaşık yüz yıl önce sormuştu Mehmetçik; ‘’Kumandanım Galiçya ne yana düşer?’’ diye. Suriye’de hüküm süren savaşın, bütün Batılı kaynaklar tarafından 1618 – 1648 yılları arasında Avrupa devletlerinin çoğunun katıldığı ‘’30 Yıl Savaşları’’na benzetildiği bir ortamda ve eşiğinde bulunduğumuz Üçüncü Paylaşım Savaşı öncesinde ben de soralım istiyorum; ‘’Kumandanım Afganistan ne yana düşer?’’

Bütün bunlar bana sözlerini Necdet Rüştü Efe Tara’nın yazdığı 1928 yılında Necip Celal Andel tarafından bestelenen ilk Türk tangosunu hatırlatır:

‘’Mazi kalbimde bir yaradır
Bahtım saçlarımdan karadır
Beni zaman zaman ağlatan
İşte bu hazin hatıradır.’’
Mazi kalbimde bir yaradır ve beni zaman zaman ağlatan İşte bu hazin hatıralardır.

***

Galiçya Muharebeleri

Galiçya Kolordusu, l9’uncu ve 2O’inci Tümenleri bünyesinde bulunduruyordu. Kolordu birlikleri Şarköy ve Keşan bölgelerinde toplanmıştı. İlk hazırlık emri 09 Temmuz 1916’da alındı. Bir gün sonra, Galiçya’ya gidileceği bildirildi. Birlikler hazırlıklarını süratle tamamlamaya çalıştılar. Birçok silah ve teçhizat ile bazı kıtalar, diğer tümenlerden alınarak tamamlanabildi.

17 Temmuz’da ‘’Konakçı Müfrezesi’’ Macaristan’daki ilk konak bölgesi olan Şabatka (Subatitsa ) hareket etti. Kolordu birliklerinin Uzunköprü ve Alpullu istasyonlarından trenlere binmesi planlanmıştı. İlk kafile 23 Temmuz’da, son kafile 11 Ağustos’ta hareket etti.

27 Temmuz’da 5’inci Ordu Komutanı Mareşal Liman Van Sanders, ertesi gün de Başkomutan Vekili Enver Paşa Uzunköprü’ye gelerek birlikleri denetlediler ve kolordunun durumu hakkında bilgi aldılar.

 İlk kafilesi 02 Ağustos’ta bölgeye varan birlikleri Enver Paşa, beraberinde Avusturya generalleri ile Alman ve Avusturya subayları olduğu halde, 04 Ağustos’ta Macaristan da tekrar denetledi. Ertesi gün 05 Ağustos’ta birliklerin ilk kafilesi Yataynisa istasyonundan cepheye hareket etti. 12 Ağustos’ta l9’uncu Tümen Miçiçov’da muharebe karargâhını kurmuştu.

 15’inci Kolordu geldiği zaman, bölgede, Alman genel karargâhına bağlı ‘’Balkan Cephesi Ordular Grubu’’ ve Avusturya genel karargâhına bağlı ‘’Avusturya Veliahdı Karl Ordular Grubu’’ bulunmakta idi. l5’inci Kolordu, Karl Ordular Grubuna bağlı, komutanlığını Orgeneral Graf Van Bothmer’in yaptığı ‘’Alman Güney Ordusu’’ kuruluşuna dâhil edildi.

 15’inci Kolordunun bölgeye intikali sırasında, Rusların 04 Haziran’da başlattığı ve büyük başarı kazandığı muharebeler sürmekte idi. Bu yüzden, muharebe sahasına ilk gelen ve muharebe karargâhını 12 Ağustos’ta kuran l9’uncu Tümen, hemen iki gün sonra, 14 Ağustos’ta, Zlotalipa doğu sırtlarında Rus kuvvetleri ile ilk muharebesine girdi.

 20’inci Tümen de 22 Ağustos’ta Pototory ile Bozykw arasında bulunan 54’üncü Avusturya Tümeninden savunma bölgesinin sorumluluğunu devir alarak muharebelere dâhil oldu.

 Kolordu, 22 Ağustos 1916 günü saat 12.00 itibarıyla göreve başladığını, orduya bildirdi. Ordu Komutanı Orgeneral Bothmer, gönderdiği yazı ile Çanakkale kahramanı l5’inci Kolordunun, bölgesinde görev almasından duyduğu memnuniyeti belirtti ve başarı diledi.

 15’nci Kolordunun cephe sorumluluğunu almasından hemen sonra, Eylül ayının ortasından itibaren muharebeler giderek şiddetlendi. 16 ve 17 Eylül’de, Ruslar, iki gün boyunca sürekli olarak ve kütleler halinde taarruz ettiler. l5’inci Kolordu, 20 km’den fazla cephede ve en kötü arazi şartlarına rağmen, Ordu cephesinin yarılmasını önledi. Bu başarıya karşılık, 95 subay ve 7.000 er zayiat verdi. 6 tabur ve 22 bölük komutanı şehit oldu. Bazı bölüklerde hiç subay kalmadı. Rusların, beş kat fazla zayiat verdiği tespit edildi.

18 Eylül’den itibaren oluşan kısmi sükûnet, 30 Eylül’de Rusların başlattığı yeni taarruzla tekrar bozuldu. Çetin süngü muharebelerinin cereyan ettiği bu savaşlarda, Türk askeri, komuta kadrosundaki büyük yoksunluğa rağmen azimle dövüştü. Günlerce süren savaş, yeniden 15 subay ve 3.000 er kaybına sebep olurken, Rusların kaybı kat kat fazlaydı.

Bu muharebeler sonunda, çok ağır kayıp veren 2O’inci Tümen cephe gerisine alındı ve yeniden düzenlendi.

Kasım ayı, cephede durgunlukla geçti. Birlikler, önceki muharebelerden alınan derslerden yararlanarak eğitime ve tahkimata ağırlık verdiler. Aralık ayının ikinci yarısında, Rus siperlerinde hareketlenmeler görüldü. Erler, savaşın gereksizliğinden, enternasyonal barış ve dostluktan bahsediyorlardı. Buna rağmen Ruslar, 28 Ocak 1917’de, 25 Şubat ve 05 Mart’ta, yeni taarruzlar başlattılar. Fakat hepsi, l5’inci Kolordu tarafından ağır zayiat verdirilerek geri püskürtüldü. Nisan ayı ortalarından itibaren, Rus siperleri iyice hareketlendi. Haziran başından itibaren Ruslar yeni bir taarruz hazırlığına giriştiler.

Bu arada 19’uncu Tümen, 12 Haziran’dan itibaren Anavatana geri çekildi.

Ruslar, beklenen taarruzlarını 29 Haziran günü saat 05.00’te başlattılar. Taarruzlar, ertesi gün de sürdü, ağır zayiatla geri püskürtüldü. Fakat 01 Temmuz’daki taarruzları 24’üncü Alman Tümeni bölgesinde derin girmeler yarattı. 02 ve 03 Temmuz’da yapılan karşı taarruzlarla durum güçlükle düzeltilebildi.

Bu arada, 15nci Kolordu Karargâhı da 15 Temmuz’dan itibaren Anavatana döndü.

Rus birliklerinin savaşma gücü ve moralinin çok zayıfladığı anlaşılınca, Alman ve Avusturya Başkomutanlığı, genel karşı taarruz kararı verdi. İleri harekât 20 Temmuz’da başladı. 22 Temmuz’da Rus Cephesi çözüldü. Genel karşı taarruza 2’inci Tümen de katıldı. Ay sonuna kadar süren muharebelerde tümen, birçok bölgeyi ele geçirdi. Ağustos başında, taarruz durduruldu.

20’inci Tümen, 05 Ağustos’ta Anavatana dönüş emri aldı. 16 Ağustos’ta topçular, 22 Ağustos’tan itibaren de piyadeler trenle intikale başladılar. 26 Eylül’de tüm birlikler yurda dönmüştü.

Galiçya’da savaş, 03 Mart 1918’de imzalanan Brestlitovsk Antlaşması ile son buldu.

 

 

Kaynaklar:

Kemal YAVUZ, Savunma ve Havacılık, 4/03, s. 102

Hasan Keskin, 1914/1918 Osmanlı Avusturya/Macaristan İmparatorluğu İlişkileri, Belgeler

‘’1’inci Dünya Savaşı 7’inci Cilt Avrupa Cepheleri. Birinci Kısım.’’, Gnkur. Bşk.lığı Harp Tarihi Dairesi

Mehmet Aldan, ‘’Galiçya ve sonrası Hilmi Dilmen'in öyküsü̈ ‘’, A.Ü.S.B.F. ve Basın Yayın Yüksekokulu Basımevi, Ankara, 1984 

Kansu Şarman, ‘’Kumandanım Galiçya Ne Yana Düşer? Mehmetçik Avrupa'da, M. Şevki Yazman'ın Anıları’’, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul   2008 / Mayıs

Liman Van Sanders, ‘’Türkiye’de Beş Yıl’’, Kesit Yayın, 2006

Ahmet Erimhan, ‘’Çuvaldaki Müttefik – ‘Tezkereler Süreci’nden Süleymaniye Baskını’na-’’, Otopsi Yayınları, Nisan ‘2004

Prof. Dr. Lothar RATHMANN, ‘Berlin- Bağdat, Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi’’, Belge Yayınları, İstanbul, Mayıs 1982

Süleyman KOCABAŞ, ‘‘Pencerminizmin Şarka Doğru Politikası, Tarihte Türkler ve Almanlar’’, Vatan Yayınları, İstanbul, Eylül 1988

İlber ORTAYLI, ‘‘Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu’’, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mart 1983

İlber ORTAYLI, ‘‘İkinci Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu’’, AÜSBF Yy. No. 479, Ankara 1981

Jehuda L. WALLACH, ‘’Anatomie einer Militaerhilfe, Die preussisch- deutschen Militaermissionen in der Türkei’’, Droste Verlag Düsseldorf, 1976

Falih Rıfkı Atay, ‘’Zeytindağı’’, Pozitif Yayınlar, MEB Dizisi, İstanbul, 2004

 

 



2333 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Türkiye’nin geleceği - 24/07/2016
Türkiye’nin geleceği
El, ayd-ü ekber eyledi, biz matem eyledik. - 10/07/2016
El, ayd-ü ekber eyledi, biz matem eyledik.
Akıl için son tavır saçlarını yolmak var. - 15/06/2016
Akıl için son tavır saçlarını yolmak var.
Ziyan edilen ve unutulan bir zafer: Kût-ül Ammâre Zaferi (29 Nisan 1916) - 28/04/2016
Ziyan edilen ve unutulan bir zafer: Kût-ül Ammâre Zaferi (29 Nisan 1916)
Dönüş - 04/04/2016
Dönüş
Gönlümüzü put sanıp da kıranlar kim? - 22/03/2016
Gönlümüzü put sanıp da kıranlar kim?
Çanakkale... Ah! Çanakkale - 18/03/2016
Çanakkale... Ah! Çanakkale...
Suriye’ye sefere giderken Hükumete tavsiyelerim! - 29/02/2016
Suriye’ye sefere giderken Hükumete tavsiyelerim!
Benim Gönlüm Dağa Düştü. - 23/01/2016
Benim Gönlüm Dağa Düştü.
 Devamı
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam120
Toplam Ziyaret433371
Etkinlik Takvimi