Osman AYDOĞAN
osmanaydogan2@gmail.com
Celâlâbâd’da çığlık çığlığa, bağıra bağıra bir sonbahar daha geçti...
07/11/2015 Celâlâbâd'da çığlık çığlığa, bağıra bağıra bir sonbahar daha geçti... Bir askerî birliğin geçit töreni gibi, bir suyun nehirden akıp gidişi gibi, bir trenin katar katar geçişi gibi, bir ömrün hayattan geçip gidişi gibi Celâlâbâd'da bir sonbahar daha geçti gözlerimin önünden...Bir sabunun kayıp gidişi gibi ellerimden, bir kartopunun yuvarlanıp çığ halinde yuvarlanışı gibi bir dağın yamaçlarından, bir suyun deli deli akışı gibi nehirlerden, bir güz daha kayıp geçip gitti dizlerimin dibinden... Bir sonbahar daha geçti Celâlâbâd'da rengârenk... Bir güz daha geçti Celâlâbâd'da pastel pastel, renk renk... *** Günün ilk ışıkları ile kızıllaşan, tarifi bir mümkünsüz renklere bürünen yaprakları, bir sevgilinin saçlarını okşarcasına dallarda okşadı usul usul, ılgıt ılgıt esen seher yelleri... Sabah ayazları buralarda cennetten gelen bir rüzgâr gibi serin serin vurdu yüzüne insanın... Benim için altından daha kıymetli altın sarısı yapraklar iplik iplik dokunmuş nadide bir halı gibi serildi yerlere... Sanki bu yapraklar yerlere değil de kollarıma düşmüş gibiydi, sanki bu yapraklar Şükûfe Nihal'in şiirinde olduğu gibi ruhumla öpüşmüş gibiydi... Hızını artırdığında, uğultuları geldi rüzgârın kayaların arasından, tepelerin üstünden, vadilerin arasından, bayırların yüzünden, yamaçların kıyısından... O beyaz bulutlar çekip çekip gitti evlerine, yerine, Hindukuş dağlarının üzerinden koyu koyu, kara kara, gri gri, pare pare, kül rengi bulutlar geldi... Yavaş yavaş pastel bir renk aldı uzaklar, sararan yapraklar, kuruyan otlar, vadiler yamaçlar, dağlar, tepeler, bayırlar, düzler... Sarı, kahverengi, kırmızı soluk renkleriyle ağaçlar yarı çıplak kalan dalları ile göklere baktı ellerini kaldırmış Tanrı'ya dua eden bir insanmışçasına... Börtü böcek yaz konserlerini kesti, kuşların cıvıltıları sustu, yaz otları da sararıp soldu, bir ürkek, bir mahzun, bir hazin sessizliğe büründü doğa... Bir annenin çocuğunun üstünü usul usul örtercesine, geceler üstünü örttü ovaların, vadilerin, yamaçların, tepelerin, dağların... Daha erken oldu akşamlar... Her gün daha bir çığlık çığlığa, daha bir bağıra bağıra battı güneş dağların ardından... Alev alev yandı dağlar güneş batarken, korsuz, külsüz, dumansız... Perde perde indi karanlıklar... Usul usul bastı geceler... *** ‘'Güneş çekildi demin, Aslında Celâlâbad'da her akşam bana, garip bir renk akşamıydı... Aslında Celâlâbad'da her akşam bana, bütün günlerimin içime denk akşamıydı... Her akşam bana asıl adı İbrahim Abdülkadir Meriçboyu olan A. Kadir'in o çok sevdiğim dizlerini aklıma getirirdi... Şöyleydi dizeleri A. Kadir'in; ‘'Beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular, Öyleydi; beni burada bir dağ başında yapayalnız koymuşlardı, rüzgârlara, kuşlara, bulutlara yakın, hayatta en çok sevdiğim eşimden ayrı, özlemi buram buran burnumda tüten kızlarımdan uzak... *** Gece bu gümüşten ışık altında, bir insanın aynada birdenbire kendisini görmesi gibi, uyuyan, durgun sularda kendi suretini görmesi gibi, uzayan bir çölde bir serap gibi uzaklarda, dağlarda, vadilerde, yamaçlarda, tepelerde kendi aksimi gördüm ışıl ışıl... Her bir şimşekte, her bir yıldırımda, o anlık gümüşten ışımalarda, etrafımdaki dağların, tepelerin, vadilerin, yamaçların, sırtların siluetinde yarım asırlık ömrümün her bir anının, her bir kişisinin suretini gördüm hâyâl meyal... O bir anlık zamanda bir yarım asırlık ömrümü usul usul, yavaş yavaş, tane tane, adım adım yeniden yaşadım... Sanırım, dünya değiştirdim de cennetteyim... *** ''Unuttum, elleri nasıldı annemin Öylesine düşlerim ki anneciğimi; usul usul yağan bütün yağmurlar, ılgıt ılgıt esen bütün rüzgârlar, bütün çiçekler, Gülhatmi çiçekleri, bütün kokular, bütün kuşlar, bütün böcekler ve özellikle bütün acılar ve bütün hüzünler hep, ama hep annemi hatırlatır bana... *** Baharda buradan başlardı Hind muson yağmurları ama sonbaharda da Hindukuş dağlarından gelen rüzgârların etkisiyle muson yağmuruymuşçasına yağardı bu yağmurlar... Yağmurla beraber yapraklar, palamutlar yerlere düştü, ıslakta, çamurda, çukur yerlerde su birikintilerinde toprakla suya karıştı yağmur damlaları ile yapraklar... Mevsim sonbahar, ama güz yağmurlarından olacak, yerde zaman zaman yeni filizlenen otlara basmadan, onları ezmeden arazide yürümeye çalışırım... Çünkü evrensel etki ve tepki akıntılarının içerisinde yaşadığımıza inanırım... Bir Çin atasözünü hatırlarım: ''Bir ot parçasını koparırsanız, evreni sarsarsınız.'' Sonbahar yağmurları ile oluşan sular aktı derelerden... Önce usul usul, nazlı nazlı aktı sular... Sonra coşkun coşkun aktı sular... Daha sonra deli deli aktı sular... Vadilerin yamaçlarına, çatakların girintilerine, derelerin taşlarına, dere kıyılarının kayalarına kafasını vura vura aktı sular... Dağın yamaçlarına yaslana yaslana aktı sular... Bulutların arasından sarkan Mehtabın ışıkları altında gümüşten bir nehirmiş gibi, kıvrım kıvrım, büklüm büklüm, döne dolana aktı sular... Şırıl şırıl aktı yatağında, pırıl pırıl parladı ay ışığında sular... Hiç uyumadı sabaha kadar, sabaha kadar aktı sular... Bense, bilincim sustu, suyu dinledim, geceyi dinledim, evreni dinledim, kendimi dinledim o zamanlar sabahlara kadar... Ve her gece güz rüzgârlarının ürpertici sesi geldi sabahlara kadar. Toprak rengi, kahverengi, bulanık bulanık akan bütün bu sular İndus Nehri'nin kollarını oluştururlar. *** Sadece evrenin değil, burada dünyanın bu parçası da benim evimdi... Sadece evrenin değil, burada dünyanın bu parçası da ruhumun eviydi... Dünyada ve evrende her yer benim ruhumun eviydi... Döne dolana yine aynı noktaya geldim ve ''gözlemlenenle gözlemleyenin birliğinden, bütünlüğünden'' bahseden Kuantum teorisinin ana fikrine saplanıp kaldım... Sonra sonra hayattaki tek arkadaşım, abim, kardeşim ve her şeyim Şehriyar'ı anımsadım. Zaten her Celâlâbâd'ı anımsayışımda Şehriyar'ı hatırlarım. Bir keresinde tane tane, usul usul, ağır ağır üzerine basa basa şunu söylemişti bana: ‘'Siz nedensiz mutluluğun olamayacağını düşünürsünüz. Bana göre mutlu olmak için herhangi bir şeye bağımlı olmak çaresizliğin son kertesidir. Sizin bu mutluluk arayışınız, kendinizi mutsuz ve çaresiz hissetmenizin asıl nedenidir. Dünyadan hiçbir şey talep etmediğiniz, hiçbir şey aramadığınız, hiçbir şey beklemediğiniz zaman en yüce hal size gelecektir, davet edilmeden, beklenmeden. Arzusuz olmak en yüce mutluluktur.'' Ve iyi ki Şehriyar'ı tanıdım, iyi ki buralara gelmişim, iyi ki buralardaydım, iyi ki bu anı ve anları yaşadım ve yaşıyorum diye, sarı, kahverengi, turuncu, kızıl, tarifi bir imkânsız solgun rengiyle tüm dallarını göklere kaldırarak dua eden ağaçlar gibi Tanrı'ya şükrettim. *** Mevsim Cahit Sıtkı Tarancı'nın bir şiirindeki dizeleri gibiydi aynen; ''Ne şairane mevsimdi sonbahar''.
|
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Türkiye’nin geleceği - 24/07/2016 |
Türkiye’nin geleceği |
El, ayd-ü ekber eyledi, biz matem eyledik. - 10/07/2016 |
El, ayd-ü ekber eyledi, biz matem eyledik. |
Akıl için son tavır saçlarını yolmak var. - 15/06/2016 |
Akıl için son tavır saçlarını yolmak var. |
Ziyan edilen ve unutulan bir zafer: Kût-ül Ammâre Zaferi (29 Nisan 1916) - 28/04/2016 |
Ziyan edilen ve unutulan bir zafer: Kût-ül Ammâre Zaferi (29 Nisan 1916) |
Dönüş - 04/04/2016 |
Dönüş |
Gönlümüzü put sanıp da kıranlar kim? - 22/03/2016 |
Gönlümüzü put sanıp da kıranlar kim? |
Çanakkale... Ah! Çanakkale - 18/03/2016 |
Çanakkale... Ah! Çanakkale... |
Suriye’ye sefere giderken Hükumete tavsiyelerim! - 29/02/2016 |
Suriye’ye sefere giderken Hükumete tavsiyelerim! |
Benim Gönlüm Dağa Düştü. - 23/01/2016 |
Benim Gönlüm Dağa Düştü. |
Devamı |