28/04/2016
Kût Muharebesi; 29 Nisan 1916'da, Mirliva Halil Paşa komutasındaki Altıncı Ordu'nun, General Townshend komutasındaki İngiliz birliklerini, kuşatma altında tuttuğu Kût şehrine girerek teslim aldığı bir muharebedir. Bu muharebede İngilizlerin 13 generali, 481 subayı ve 13.300 eri Türkler tarafından esir alındılar. Bu kadar İngiliz esir İngiltere tarihinde bir ilktir, tektir ve sondur.
Kût Muharebesi hakkında İngiliz ve Avusturyalı yazar ve tarihçiler şunları söylerler:
‘'1842'deki Kabil bozgunundan beri İngiliz ordusunun yaşadığı en aşağılayıcı hezimet.'' Knightley Phlillip and Simpson, Colin The Secret Lives of Lawrance of Arabia, Nelson, Lonfra, 1969
"İngiliz prestijinin 1'inci Dünya Savaşı'nda yediği en büyük darbe" Avustralyalı araştırmacı Dr. Gaston Bodart
"Kır bir atın üzerinde şık üniformalı, kelebek gözlüklü, dimdik duran Albay'ın komutasındaki sağlam, dayanıklı, kirli haki üniformalı, sırtları çantalı, bin kilometre yürümekten postalları parçalanmış Türk askerleri, trampetlerin ritmine uygun bir yürüyüşle şehre girdiler. Araplar alkışlıyor ve Albay'ın çizmelerini öpmeye çalışıyorlardı. Ama Albay onları itti... İngiliz subayları teker teker kılıçlarını teslim ettiler, o da başıyla selamlayarak alıyor ve ellerini sıkıyordu. General Townshend'in kılıcını Halil Paşa özel olarak gelerek aldı ve kendisine iade etti.'' Avustralyalı yazar Russel Braddon
29 Nisan 1916 tarihinde aşağıdaki metin Halil Paşa tarafından Altıncı Türk Ordusu'na günlük emir olarak yayınlanarak bu gün Kût Bayramı olarak ilan edildi.
29 Nisan 1916 tarihli günlük ordu emri;
‘'Orduma
Arslanlar,
1. Bugün Türklere şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes (güneşli) semasında şühedamızın (şehitlerimizin) ruhları şadühandan (sevinçten, bahtiyarlıktan) pervaz ederken (uçarken), ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.
2. Bize iki yüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı kaydettiren Cenab-ı Allah'a hamdü şükür eylerim. Allah'ın azametine bakınız ki, bin beş yüz senelik İngiliz Devleti'nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir.
3. Ordum gerek Kût karşısında ve gerekse Kût'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve on bin neferini şehit vermiştir. Fakat buna mukabil bugün Kût'da 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.
4. Şu iki farka bakınca cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu vakayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır.
5. İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale'de, ikinci vakayı burada görüyoruz.
6. Yalnız süngü ve göğsümüzle kazandığımız bu zafer yeni tekemmül eden vaziyeti harbiyemiz karşısında muvaffakiyeti atiyemizin (büyük, paramparça eden başarımızın) parlak bir başlangıcıdır.
7. Bugüne ‘'Kût Bayramı'' namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize yasinler, tebarekeler, fatihalar okusunlar. Şühedamız, hayatı ulyatta (ulvi hayatta), semevatta (göklerde) kızıl kanlarla pervaz ederken (uçarken), gazilerimiz de atideki (gelecekteki) zaferlerimize nigehbân (gözcü) olsunlar..
Mirliva Halil
Altıncı Ordu Komutanı''
1'inci Dünya Savaşı'nda kazandığımız iki büyük zaferden birisidir "Kût Zaferi".
Halil Paşa, soyadını "Kût" olarak almıştır. Selman-ı Pak'ta bulunan subayların bazıları da o zaferin anısını hep yaşamak istediğinden "Selmanıpak" soyadını aldılar.
Kût-ül Ammâre savaşı İngilizlerin tarihlerinde verdikleri en büyük kayıptır. Tarihte bunun başka bir örneği yoktur. Kût-ül Ammâre zaferi, Birinci Dünya Savaşında imparatorluğun Çanakkale'den sonra kazandığı ikinci büyük zafer olmuş ve Dünya'da geniş yankılar uyandırmıştır.
Enver Paşa, temel harp prensiplerinden olan ‘'başarıdan faydalanma'' kuralını uygulayacağına, bu muzaffer ordu ile güneye Basra'ya kadar inip İngilizleri denize dökeceğine Kût Zaferi'ni kazanan Ordu'ya Almanların da telkiniyle "İran Seferi"ni hedef gösterdi. "Turan Seferi" de denilen bu sefer "hayalperest" bir sefer olmasına rağmen bu muzaffer Ordu, İran'a da girdi. Ancak burada İngiliz kuvvetlerini tutmaktan başka (Almanlar lehine) bir sonuç alamadı. Ancak Basra'daki İngiliz kuvvetleri ihmal edilmişti. İngilizler takviye kuvveti getirdikten sonra Bağdat istikametinde ilerlemeye başladılar.
Bu sefer muzaffer ordu ‘'Turan seferi'' denilen hayalperest seferini bırakarak tekrar Irak'a döndü ise de İngilizler çoktan önemli mevzileri ele geçirmişlerdi. Sonuçta Kût-ül Ammâre kaybedildiği gibi Bağdat da kaybedildi. Mütarekeden sonra da Musul ve Kerkük kaybedildi. Dolayısıyla müthiş bir zafer ziyan edildi...
Bu muhteşem zafer ziyan edilmeyip de bu muzaffer ordu Alman telkiniyle İran'a değil de Basra'ya yönlendirilseydi tarihin akışı daha farklı olurdu. Hani, derlerdi ya; hayat ileriye doğru yaşanır, ancak geriye doğru anlaşılır.
Başkalarının telkinleriyle dış politika belirleyenlerin sonunu ‘'Tarih Baba'' hep ‘'hüsran'' olarak kaydetmiştir.
Kût-ül Ammâre zaferi için NATO'ya girişimizden sonra İngilizleri gücendirmemek için Kûtlamaktan vazgeçtiğimiz iddia edilir. Ancak 1945 yılına kadar Kût Muharebesinin Kûtlandığına dair hiçbir belge, bilgi, haber, yazı ve kaynak yoktur. Sadece 1950 yılında romancı Feridun Fazıl Tülbentçi'nin bir yazısı vardır. Hepsi o kadar.
Muhtemeldir ki bu unutuluşun arkasında bu muhteşem zaferin ziyan edilmiş olması yatar.
1920 yılında Bağdat'a 356 km uzaklıkta Kût-ül Ammâre'de bir şehitlik inşa edilmiştir. Burada yedi subay ve 43 er olmak üzere 50 şehidimizin mezarı bulunmaktadır.
Hani, Çiçero derdi ya zaten; ‘'ölmüşleri yaşatan, yaşayanların bellekleridir.'' Şehitleri yaşatan da yaşayanların bellekleridir.
Kût şehitlerimizin ve gazilerimizin ruhları şâd olsun. ‘'Kût Bayramımız'' Kûtlu olsun!
Meraklı olan okuyucularıma aşağıda bu muharebenin kısa bir özetini sunuyorum.
(Kısa bir özet dediğime bakmayın. Böyle derli toplu bir özeti başka yerde bulamazsınız. Kût-ül Ammâre zaferini anlamak için kaçırmayın derim.)
***
Birinci Dünya Savaşında Osmanlı imparatorluğu ile İngilizler arasında 8 Aralık 1915 - 26 Nisan 1916 tarihleri arasında Irak'ta cereyan eden ve Türk ordusunun zaferi ile sonuçlanan Kût-ül Ammâre muharebesi
Birinci Dünya Savaşı Öncesi Genel Durum ve Yığınaklanma
Birinci Dünya savaşı genel olarak bir Almanya -İngiltere hesaplaşması idi... Birinci Dünya Savaşının İngilizler açısından ağırlık merkezi Hindistan ve Hindistan yolunun güvence altına alınması idi... Çünkü 20. Yüzyılın başındaki jeopolitik Hindistan'a giden yollar bağlamında Körfez her zaman İngiltere'nin ana stratejisinin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Bu yığınağın bir başka belki de asıl amacı da Körfez Arap şeyhlerinin ve aşiretlerinin kendilerini Osmanlıya karşı desteklemeye hazır oldukları mesajını vermekti. Bu şekilde Türklerle Arapların ayrıştırması amaçlanmıştı.
Bu maksatla; İngiltere, daha Osmanlı savaşa girmeden 29 Eylül 1914 tarihinde (Osmanlı savaşa 29 Ekim 1914'te girmişti, Osmanlının savaşa girmesine daha bir ay vardır) iki zırhlı savaş gemisi ile (Espiegle ve Dalhousie isimli zırhlılar) Osmanlı iç suyu statüsündeki Şattülarap'a girerek Hürremşehr yönüne ilerlemiş, daha sonra da Odin ve Lawrance zırhlıları da Basra'da Şattülarap çıkışına konuşlandırarak Basra'yı abluka altına almışlardır. .
Daha önce de İngiltere Alman zırhlısı Goeben ve Breslau'u bahane ederek Çanakkale çıkışını abluka altına almıştı. Böylelikle İngiltere daha Osmanlı savaşa girmeden Çanakkale ve Basra çıkışlarını abluka altına almıştır. Daha sonra da Osmanlının İskenderiye'de bulunan birkaç eski Osmanlı hücumbotunun bulundukları yerden ayrılmalarına izin vermeyeceklerini belirterek Çanakkale ve Basra'dan sonra Suriye ve Filistin kıyılarını da abluka altına almıştır.
20 Ekim 1914 tarihinde ise (Osmanlı savaşa 29 Ekim günü girmişti) Hindistan'dan getirdiği Sefer Görev Gücünü Bahreyn'e konuşlandırmıştır.
Bütün bu yığınak İngiltere'nin Birinci Dünya Savaşında ana mihverinin ve ağırlık merkezinin Körfez, Basra ve Irak olacağını göstermekteydi.
Ayrıca İngiltere; Goeben ve Breslau Çanakkale'ye gelmeden (16 Ağustos 1914) önce Osmanlı hanımlarının yüzüklerini satarak alımına katkıda bulundukları ‘'Sultan Osman I'' ve ‘'Reşadiye'' zırhlılarını son taksiti ödenmesine rağmen Osmanlı denizcileri toka töreni için gemiye çıktıklarında gemilere tam Osmanlı sancağı çekileceği anda el koymuşlardır. (28 Temmuz 1914)
Kısaca Osmanlı Birinci Dünya savaşına girsin girmesin Abadan petrollerini ve Hindistan yolunu korumak ve Arapları yanlarında tutmak için İngilizler Basra'ya çıkarma yapacaklardı. İngiltere'nin hazırlığı ve yığınağı bu yöndeydi...
Ancak Osmanlı İngiltere'nin bu maksadını ve hazırlığını göremeyerek Irak cephesini ihmal etmiş, hatta diğer cephelere bu cepheden kuvvet kaydırmıştır. Irak cephesini destekleyecek menzil hattını (ikmal hattı ve ikmali) da zayıf tutmuş, destekleyememiştir.
Birinci Dünya Harbinde Osmanlı'nın iki büyük ve güçlü düşmanı vardı. Bunlar İngiltere ve Rusya idi. Dolayısıyla yığınaklanma da bu iki güce karşı yapılmalıydı: İngiltere için Basra'da, Rusya için ise Kafkasya'da.
Hal böyleyken; Balkan Savaşında Osmanlı Ordusunun elindeki 43 tümeninin 17'si tümüyle dağılıp yok olmuş, geri kalanlar ise örselenmiş, yıpranmış ve etkinliklerini kaybetmişlerdir. Sonuçta sadece 6 tümen savaşı kayıpsız atlatmışlardı.
1913'de çoğu yedeklerden kurulu 30 tümen Trakya'da iken, Kafkasya ve Irak'ta ikişer, Suriye'de ise tek bir tümen kalmıştı. 1914'te Irak'taki Ordu kâğıt üzerinde üç tümene çıkarılmıştı ama İngilizler Fav'a çıktığında burayı savunmakla görevli 38. Tümen seferberliğini dahi tamamlayamamıştı.
Hemen arkasından gelen Sarıkamış felaketi, muhtemel takviyelerin ve hatta Irak'tan bazı birliklerin acilen Kafkasya cephesine gönderilmesine yol açtı.
İngiltere'nin bu yığınaktan ve stratejiden amacı Osmanlı imparatorluğunun Güneydoğu Anadolu bölgesi ile Irak, Suriye ve diğer Arap memleketlerinin Fransa ile paylaşılması kapsamında;
-Abadan petrollerini korumak,
-Kuzeye doğru ilerleyerek Rusya ile birleşmek ve
-Türk kuvvetlerinin İran'a girerek Hindistan yolunu tehdit etmesini önlemek maksadıyla Irak Cephesi açılmıştır.
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Harbinde Irak cephesinin yanında ayrıca; Çanakkale Cephesi, Kafkas Cephesi, Suriye Cephesi ve Avrupa'daki cepheler olmak üzere beş cephede muharebe etmiştir.
İngilizler Irak cephesini açmadan önce Osmanlı imparatorluğunun savaş planı;
-Doğu Anadolu ve Kafkasya üzerinden Rusya‘ya darbe vurmak,
-Süveyş Kanalı ve Mısır'a karşı harekât ve
-Çanakkale'yi korumak için Trakya'da önemli bir kuvvet bulundurmayı ön görüyordu.
Bu plan ise tamamen Osmanlıyı korumaktan ziyade Alman cephelerini rahatlatmak için açılmıştı. Şöyle ki;
- Doğu Anadolu ve Kafkasya üzerinden harekât yaparak bu bölgede Rus askerlerini tespit edip Avrupa'da Alman cephelerini rahatlatmak,
- Süveyş Kanalı ve Mısır'a karşı harekât yaparak bu bölgede İngiliz askerlerini tespit edip Avrupa'da Alman cephelerini rahatlatmak,
- İleride bahsedileceği gibi Irak Cephesinde Kût-ül Ammâre zaferinden sonra --başarıdan faydalanılmayarak - harekâta devamla İngilizleri Basra'dan döküp atmak yerine muzaffer orduyu İran'a göndererek İngilizlerin körfezde kalmalarını sağlayarak bu güçlerin Avrupa'da Almanlar karşısına çıkmasını önlemek,
- Hatta Çanakkale Deniz zaferinden sonra kara savunma harekâtını kıyıda tutmayarak İngilizlerin karaya çıkmasını, böylece savaşın uzamasını sağlayarak bu kuvvetlerin Avrupa'da Almanlar karşısına çıkmasını önlemek.
Irak'ta İngiliz Harekâtı ve Cereyan Eden Muharebeler
İngiliz ırak seferi kuvvetleri Orgeneral Perry Lake komutasında; bir adet Hint kolordusu (üç adet piyade tümeni, üç adet piyade tugayı ve bir adet topçu tugayı) bir adet piyade tümeni ve iki adet piyade tugayından teşkil edilmişti.
İngilizler'in "Mezopotamya Seferi" adı verdikleri Irak Cephe'si, Hindistan'ın Bombay şehrinden hareket eden, İngiliz ve Hintli birliklerden oluşan kuvvetlerin 15 Ekim 1914'te Bahreyn ve 21 Kasım 1914'te Basra Körfezi'ndeki Fav Yarımadası'ndan başlayarak Irak Basra'yı işgali ile açıldı. Bu bölgede askeri gücü oldukça zayıf olan Osmanlı kuvvetleri işgale karşı direnemediler. Basra'yı geri almak üzere, Binbaşılıktan Yarbaylığa terfi ettirilen Süleyman Askerî Bey cephe komutanlığına atandı.
Yerli Araplar ve gönüllülerden topladığı kuvvetlerle Şuayyibe'de İngilizlere karşı taarruza geçen Süleyman Bey, üç gün süren savaşın sonucunda yenilgiye uğradı. Bu savaşta bacağından yaralanan Süleyman Askerî Bey, gözlerinin önünde kendi yetiştirdiği gencecik vatan evlatlarının şakır şakır öldüğünü görüp, üzüntüden Bercisiye koruluğu yakınlarında intihar etti. (Nisan 1915)
Artık önemli bir direnişle karşılaşmayacağına inanan İngilizler, Basra vilayetindeki önemli stratejik mevkileri ele geçirerek buradaki durumlarını sağlamlaştırmayı ve Bağdat'a İlerlemeyi hedefliyorlardı. Gerçekten de fazla bir direnişle karşılaşmadan önce Kurna'yi daha sonra da Ammâre'yi işgal ettiler.
23-24 Nisan 1915 tarihinde Edirne'deki 4. Tüm. Komutanı Albay Nurettin Irak ve Havalisi Genel Komutanlığına atandı. Albay Nurettin 15 Mayıs 1915'te Bağdat'a gelerek göreve başladı.
İngilizlerin devam eden ileri harekâtında Albay Nurettin Bey tarafından olağanüstü azim ve kararlılıkla savunulan Kûtü'l- Ammâre, savaş malzemesi eksikliği ve kuvvet yetersizliğinden fazla dayanamayarak 25 Eylül 1915'te düştü.
Kût-ül Ammâre kaybedilmesi Bağdat'ı büyük bir tehlikeye düşürmüştü. İngilizler Bağdat'a oldukça yaklaşmışlar, yolları üzerinde mağlup Osmanlı kuvvetleri düzgün bir şekilde Selman-ı Pak'a çekilerek burada bulunan hazır mevzilere yerleşip, savunma önlemleri aldılar.
Selman-ı Pak'a kadar Osmanlı kuvvetleri ile İngilizler arasında şu muharebeler cereyan etti:
- Seyhan Muharebesi (14-15 Kasım 1914 )
- Harabe ( Kût-ül Zeyn) Muharebesi (17 Kasım 1914)
- Birinci ve İkinci Mezira muharebeleri (4-7 Aralık 1914)
- Birinci Rota Muharebesi ( 20 Ocak 1915 )
- Şuayibe Muharebesi ( 12 -14 Nisan 1915 )
- İkinci Rota Muharebesi ( 31 Mayıs 1915 )
- Nasırye ve Ümm ün Necim muharebeleri ( 13-24 Temmuz 1915)
- Birinci Kût-ül Ammâre Muharebesi ( 26 Eylül 1915 )
- Selman-ı Pak Muharebesi ( 22-24 Kasım 1915)
Selman-ı Pak Muharebesi
İngiliz kuvvetlerinin ırak topraklarına çıkması ile birlikte iki taraf arasında cereyan eden bu dokuz adet muharebeden Selman-ı Pak Muharebesi hariç olmak üzere hepsi İngilizlerin lehine sonuçlanmıştır.
1915 Kasım'ında 45. Tümen ve Kafkaslardan da 51. ve 52. Tümenler bölgeye gönderilerek Selma-ı Pak takviye edildi. Bu arada Bağdat'ta bulunan 45. Tümen'in de eksiklikleri tamamlandı. 45, 51 ve 52. Tümenler Osmanlı Ordusunun en seçkin birlikleri arasındaydı.
İngilizler kuzeye doğru ilerlerken, tarih boyunca bütün orduların başına gelen durumla karşılaştılar. Kendi ikmal hatları uzarken, hasımlarının yolu kısalıyordu.
22 Kasım 1915'te Selman-ı Pak'a taarruz eden İngilizler şiddetli bir direnişle karşılaştılar. İngilizler, Osmanlı kuvvetlerinin karşı taarruzu sonucu 4.500 kişi civarında kayıp vererek 25 Kasım'da Selman-ı Pak'tan ayrılarak Kût-ül Ammâre'ye doğru çekildiler.
Kût-ül Ammâre Kuşatması
Osmanlı kuvvetleri taktik prensiplere uygun olarak çekilen kuvvetlerle teması sürdürerek sıkı bir takip harekâtına giriştiler. 51. Tümen İngilizleri takip etti, Aziziye'de İngilizler imhadan kurtuldular. İngiliz kuvvetleri takipten kurtularak nefes almak için aslında savunmaya hiç de müsait olmayan Kût-ül Ammâre'ye sığınmak zorunda kaldılar taktik prensiplerden olan ‘'yeniden tertiplenemeden ve teşkilatlanamadan''. Ve İngiliz kuvvetleri burada hızla sıkı bir kuşatma altına alındılar. (05 Aralık 1915)
Muharebenin cereyan ettiği Kût-ül Ammâre bölgesi Basra'ya 415 km Bağdat'a 356 km mesafede ve Dicle dirseği içerisinde yer alan bir bölgedir. Üç tarafı bataklıkla kaplıdır. Açık olan tek tarafı ise Osmanlı kuvvetleri tutmuştu.
Osmanlı kuvvetleri bir taraftan 18. Kolordu (45. ve 51. Tümenler) ile Kût-ül Ammâre'yi kuşatırken diğer taraftan da 13. Kolordu (35. ve 52. Tümenler) ile İngilizlerin güneyden gelecek kurtarma kuvvetlerine karşı Kût güneyinde savunma mevzi oluşturdular. Bu şekilde hem içe hem dışa bakan klasik siper hatları oluşturularak Kût-ül Ammâre Basra'dan koparıldı. Bu savunma sayesinde İngilizlerin yardıma gelen kuvvetlerini tamamı yenilgiye uğratıldı.
Bu arada Aralık 1915 yılında Bağdat merkezli 6. Ordu kuruldu, Alman Goltz Paşa Ordu komutanı olarak atandı ve ‘'Irak ve Havalisi Komutanlığı'' emrindeki birliklerle beraber ‘'Irak Cephesi Komutanlığı'' adı altında 6. Ordu'ya bağlandı. 6. Ordu; 13 ve 18'inci kolordularla Musul Tümeninden teşkil edilmişti.
Nurettin Bey de Kût'u kuşatan kuvvetlerin Komutanı olarak görevlendirildi. Bu durumdan memnun olmayan Nurettin Bey Enver Paşa'ya uzun bir mektup yazarak memnuniyetsizliğini belirterek mektubunu şöyle bağladı: ‘'Bu üzüntü şahsi değil millidir.''
Ayrıca Nurettin Bey elindeki tüm imkânları kullanarak derhâl Kût'a saldırarak sonuç almak istiyordu. Goltz Paşa ise takviyeler gelmeden bu taarruzların yapılmasına karşı çıkıyordu. Aralık ayında Nurettin Bey kendi inisiyatifi ile yaptığı üç saldırıda büyük kayıplar verdi. (Nutuk'ta da M. K. Atatürk bu gereksiz kayıplardan bahseder.)
Bu gelişmeler üzerine Nurettin Bey 10 Ocak 1916 tarihinde görevden alınarak Kafkas Cephesine 9. Kolordu Komutanlığına tayin edildi. Nurettin Bey'i'n yerine Enver Paşa'nın kendisinden iki yaş küçük amcası 52. Tümen Komutanı Halil Bey (Mirliva-Albay) atandı.
İngilizlerin kuşatmayı yarmak için gönderdikleri kuvvetlerle altı muharebe yapıldı. Bu muharebelerin ikisi hariç hepsini de İngilizler kaybetti. Bu taarruzlar 35 ve 52. Tümenlerin oluşturduğu dışa bakan savunma mevzileri sayesinde büyük kayıplar ve fiyaskoyla sonuçlandı. (Sırasıyla: 7 Ocak: Şeyh Saad, 13 Ocak: Vadi, 21 Ocak: Hanna, 7-9 Mart: Düceyla, 5-8 Nisan: Hanna ve Fellahiyeh, 7-22 Nisan: Beyt Ayşe ve Sennaiyat)
Halil Bey, Nurettin Bey'in aksine Kût'u taarruzla değil, yiyeceği tükenen İngilizleri açlıkla teslim almayı düşünüyordu ve bu nedenle Arap ahalinin kasabadan ayrılmasını engelliyordu. Ayrıca toplarla sürekli taciz ateşi açıyordu.
İngiltere, General Aylmer komutasındaki birliklerin başarısız olan birinci taarruzun ardından Irak cephe komutanı J. Nixon'ı azledip Percival Lake'i bu göreve getirdi; ancak yeni komutan da kuşatmadaki birliklerini kurtaramadı.
Çaresiz kalan İngilizler, savaşa birlikte girdikleri Rusya'dan yardım istedi. O dönemde İran'ın Kirmenşah bölgesini işgal etmiş olan Rus kuvvetlerinin komutanı Baratov'un Kût üzerine yaptığı intikal de sonuçsuz kaldı.
Basra'daki İngiliz genel karargâhının dünya harp tarihinde ilk olarak uçaklarla yaptığı ikmal harekâtı da başarısızlıkla sonuçlandı. Uçaklar ya Türk uçaksavar ateşine maruz kaldılar, ya da malzemelerini Türk mevzilerine attılar. Bir kısım malzemeler de Dicle'nin balıklarına yem oldu.
Basra'daki İngiliz genel karargâhının son ikmal denemesi Julnar isimli gemi ile yapmak istedikleri ikmal takviyesi oldu. 24 Nisan 1916 günü 270 ton yiyecek malzemesi ile Kût-ül Ammâre'ye hareket eden Julnar gemisi kıyılardan açılan makineli tüfek ve top atışları sayesinde kıyıya oturtularak 25 Nisan 1916 günü ele geçirildi.
Kurtuluş ümidi kalmayan, erzak ve cephane sıkıntısı çeken General Townshend, önce kimi kaynaklara gör bir milyon, kimi kaynaklara göre ise iki milyon Pound değerinde altın vererek esaretten kurtulmaya çalıştı. (Arap Lawrence olarak bilinen Thomas E. Lawrence de bu planın bir parçasıydı.) Müzakerelerin sonunda Halil bey kayıtsız şartsız teslim olmalarını talep etti. General Townshend Halil Bey'e 26 Nisan'da mektup yazarak Kût'u teslim etmeye hazır olduklarını bildirdi. Halil Bey ise birlik, silah ve cephaneleri teslim etmesi şartıyla istediği yere gidebileceği cevabını verdi.
Townshend ise tüm silah ve cephanesini yok ettirerek 29 Nisan 1916'da teslim oldu.
Yaklaşık beş ay süren kuşatmanın ardından, 13 general, 481 subay ve 7 bini Hintli 13 bin 300 İngiliz askeri Türk birliklerine teslim oldu. Tarihe Kût-ül Ammâre zaferi olarak geçen savaşlar sırasında İngilizler 40 bin kayıp ve esir verirken Türk birlikleri ise 25 bin askerini kaybetti.
Savaşın bu aşamasında da emsalsiz bir insanlık örneği sergileyerek aylardır açlık, susuzluk ve iklim şartlarından dolayı perişan haldeki İngiliz ve Hint askerlerine beş gün önce ele geçirdikleri Julnar'dan kalan erzaktan ikram ederek Türk askerinin büyüklüğünü göstermişlerdir.
İngiltere Kût-ül Ammâre'deki yenilginin sebebini soruşturmak üzere Mezopotamya Komisyonu oluşturmuş; burada askerî hatalar, coğrafya, iklim ve ulaşımdan kaynaklanan sorunlar ve sağlık problemleri tartışılmıştı. Buna rağmen hazırlanan raporda hezimette Osmanlı Ordusunun başarısının payı imâ dâhi edilmemiştir. Metinde Osmanlı Ordusunu öven, yenilgide onun gösterdiği çabanın da rol oynadığına işaret eden dolaylı ifadeler dâhi yoktur. Bu da İngilizlerin uğradıkları hezimete karşılık Osmanlı Ordusuna yukarıdan bakmayı sürdürdüklerini göstermektedir.
Kût-ül Ammâre Sonrası
Bu zaferden sonra Başkomutanlık büyük bir yanılgıya kapılarak Dicle bölgesindeki harekâtın sona erdiğine hükmederek, bu cepheyi ihmal etmiş, Almanların telkiniyle 18. Kolordu İngilizlere karşı yalnız bırakılarak 13. Kolordu'nun İran cephesine gönderilmesi, cephenin zayıflamasına neden olmuştur. Sonradan 13.Kolordu Irak Cephesine getirilmiş olmasına rağmen sonuç değişmemiştir. İngiliz karşı taarruzuyla önce 22 Şubat 1917'de Kût-ül Ammâre'yi tekrar ele geçirmişler, sonra da 11 Mart 1917'de Bağdat'ı ele geçirmişlerdir. Mütarekenden sonra ise Musul ve Kerkük kaybedilmiştir.
Sonuç olarak muhteşem bir zafer ziyan edilmiştir.
İtilaf devletleri Çanakkale'den çekilirken Irak'a 1915/16 kışında gönderilen takviyeler durumu biraz düzeltip Kût zaferini sağlamıştı ama bu İngilizlerin nihai ilerlemesini geciktirmekten başka işe yaramadı. Enver bu sırada, yani stratejik dengenin sürdüğü 1916 yılında en güçlü dört tümenden oluşan 15. Kolordu'yu Galiçya'ya, 13. Kolordu'yu da İran bozkırlarına göndermiştir. Hâlbuki bu iki kolordu Güney cephesinin savaşın sonuna kadar tutulmasını sağlayabilirlerdi.
Ancak şu da bir gerçektir ki İngiliz işgali altındaki İstanbul'da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920'de oy birliği ile kabul edilip 17 Şubat'ta kamuoyuna açıklanan ve Türk Kurtuluş Savaşı'nın siyasî manifestosu olan Misak-ı Millî'ye Anadolu'da Mustafa Kemal'in Erzurum ve Sivas kongreleri ve Çanakkale zaferi kadar Kût-ül Ammâre zaferi de cesaret vermiştir.
Osman AYDOĞAN